We need a new reading... A new reading of 1917...

Wednesday, December 22, 2010

Küçük Andon ve Mustafa’nın hikayesi


Küçük Andon ve Mustafa’nın hikayesi
Türkiye’nin ekonomik atılımı ve Yunanistan’ın ekonomik krizine dair…

Niko Stelya
Kathimerini (Kıbrıs), 21.12.2010 başyazı’nın tam tercümesi

Fidiou Sokağı yakınlarında, Atina Merkez, Aralık 2010

Atina’da hava insanlar psikolojisine ayak uydurmuş. İnsan nereye baksa karamsar, kapkara, buhran dolu yüzlerle karşılaşıyor. Yağmur damlacıkları çevik kuvvet ekiplerinin kalkanlarına düştüğü esnada, genç memurlar kısa etekli bir bayanı dikizlemekle meşguller. Herkes başı eğik bir şekilde bir metro istasyonundan diğerine koşuyor. Az sonra genel grev ve başkentin merkezinde bildik çarpışma sahneleri başlayacak.

Cep telefonundaki saate bir göz atıyorum. Genel greve başlamadan eve varamazsam günün haberini Lefkoşa’ya geçemeyeceğim. Bu yüzden oldukça endişeliyim. Yunan solunun genel anlamsızlığından bıkmış şekilde sözüm ola ilerici bir yayın evinin kapısından kendimi dışarı atıyorum. Karşımdaki insanlar sadece yalnızca kendi ‘işletmelerini’ düşünür olmuşlar. Az evvel genel konular hakkında tartıştığım insanların entellektüel kapasitesi çoktan kendi kendini fesh etmiş. Belli ki başka konuşacak bir şey yok…

Dışarı çıkar çıkmaz ruhumda derin izler bırakacak olan bir sahneyle karşılaşıyorum. Ellili yaşlarda bir beyefendi yere çökmüş, kucağında onbir yahut oniki yaşlarında bir çocuk ve bir elinde bir bardak… Gelip geçenlerden küçük bir maddi yardım bekliyor. Gelip geçenlerse oralı değil. Korkunç bir yüz ifadesiyle onu görmezden geliyorlar. ‘Bu karanlık günü ne diye daha fazla karartıyorsun’ diye sorar gibiler…

İki adım atıp arkama bakıyorum. Fotoğrafın geneline odaklanmaya çalışıyorum. O esnada küçük çocuğun tir tir titrediğinin farkına varıyorum. Beyefendiye yaklaşıp cebimde ne kadar bozuk para varsa hepsini bardağına boşaltıyorum. Çömelip elimi çocuğun benzine değdiriyorum. Benzi sararmış, ateşten tir tir titremekte. Sonradan babası olduğunu öğrendiğim adamdan çocuğun durumunu soruyorum. Ufaklık bir gribal enfeksiyona yakalanmış. Birkaç günlüğüne hayırsever eczacılar birkaç ilaç temin etmişler. Ama ilaçlar geçen gece tükenmiş.

İçinde çok kıymetli evrakların olduğu çantayı çocuğun babasına emanet edip yakınlardaki eczaneye koşuyorum. Birkaç dakika sonra ilaç dolu bir poşetle dönüp onu babanın eline teslim ediyorum. Tam o esnada baba hıçkırıklara boğuluyor. Kendi hikayesini anlatmak için yoğun çaba sarf ediyor. Bir zamanlar Selanik’te işçi olarak çalıştığı fabrikadan bahsediyor. İşine kaybettikten sonra, kızını yanına alıp onu ve oğlunu kapı dışarı eden eşini anıyor. Gözyaşları içerisinde küçük Andon’un matematik ve geometri derslerindeki hünerlerinden bahsediyor. Birkaç aydır ufaklık okulundan uzak Atina sokaklarında gezinmekte…
Çamur deryası Atina’nın o sokağında yeri çöküp ufaklığı öpüyorum. Sonrasında çok hızlı adımlarla uzaklaştığımı hatırlıyorum. Ve sonra ilk sokak başında nefes almakta çekilen zorluğu… Depresyona teslimiyet…

Balat kıyısı, Rum Patrikhanesi’nin birkaç metre ilerisi, İstanbul, Sonbahar 1999

İnanılmaz bir hızla bir otobüsten diğerine atlayıp Taksim’deki çok önemli randevuma yetişmeye çalışıyorum. Taksim Anıtı’nın önünde çok önemli bir randevu beni beklemekte. Eski imparatorluk başşehrinde trafik sıkıntısı sinirleri zorlayacak dereceye çoktan varmış durumda. Otobüsten inip Unkapanı köprüsünü yürüyerek geçmeyi denemeye karar veriyorum. Tam indiğim sırada, yoğun yağmur altında küçük bir tezgahta bilet ve birkaç küçük şey satan küçük Mustafa’ya rastlıyorum.

Fazladan bir iki bilet edinmek üzere Mustafa’nın yanına yaklaştığım esnada ufaklığı baştan yukarı süzüyorum. Yırtılmış giysileri dikkatimi çekiyor. Hırkasının içerisini soğuğu kesmek için eski gazetelerle desteklemiş. Tezgahın üstünde yağmur damlacıklarından sırılsıklam bir tarih kitabı… Mustafa’yla koyu sohbete dalıyorum. Kendi hikayesini anlatıyor. Eskiden çalıştığı fabrika özelleştirme kurbanı olduğunda, babası işinden olmuş. Annesi göğüs kanserine yakalanmış. Sigortasız ve sağlık karnesiz olduğundan hastaneler, İMF’nın talimatları doğrultusunda, tedavisini parasız gerçekleştirmiyor. Mustafa’nın kız kardeşi bir makarna fabrikasında günde 12 saat sigortasız çalışıyor. Mustafa sabahları okulda, öğlenleriyse tezgah başında. Bir yandan çalışıp diğer yandan ertesi günün ödevlerini hazırlıyor.

Mustafa’yla tanıştığım gün hayatımın ilk romantik randevusuna yetişemediğimi hatırlıyorum. Mustafa’nın yanında kalıp o günün ödevini, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yolunda önemli bir adım olan Sivas Kongresi’ni beraber incelediğimizi hatırlıyorum. Dersimiz biter bitmez soluğu Unkapanı’nda salaş bir köftecide aldık. İlerleyen günlerde romantik randevu için biriktirdiğim tüm harçlık Mustafa’nın okul masraflarını karşıladı.

Son söz yerine bir not… Mustafa’nın kızkardeşinin sigortasız olarak çalıştığı fabrika bugün Ortadoğu’nun dev bir şirketine dönüşmüş durumda. Mustafa’nın annesi son nefesini onu kabul etmeyen bir hastanenin avlusunda verdi. Babası 180 km. hızla, alkollü olarak araç kullanan yeni yetme zengin bir sürücünün kurbanı oldu. Katil sürücü ufak bir cezayla yakasını bu trajik olaydan kurtarmayı bildi. Mustafa Anadolu’nun derinliklerinde sosyoloji okuyor. Kıbrıs tarihinin ilgisini çektiğini biliyorum. Adayı ziyaret etmek için can atıyor. Bu yönde ona verilmiş kendim adıma çok kıymetli bir sözüm var…

www.kathimerini.com.cy

No comments:

Post a Comment